6/7/08

CURRENT SITUATION - BUGÜNKÜ DURUM

The Republic of Armenia that declared its independence on 23rd September 1991 following the dissolution of the Union of Soviet Socialist Republics has made the genocide claims against Turkey a state policy. Trying to create the image of a nation under oppression and persecution, it strives to secure the sympathies of Western powers and particularly the United States and France and international organisations.

Their objective is the recognition and registering of the genocide claims, securing a sizeable indemnity from Turkey, the returning of the territories “seized from Armenians” and the establishment of Great Armenia. In fact, the declaration adopted on 23rd August 1990 by the Armenian Parliament states, in no uncertain terms, that “The Armenian Republic supports the efforts for the international recognition of the 1915 genocide in Western Armenia by the Ottoman Turkey”.

The initiatives intended for the recognition of the so called genocide have been concentrated on in a number of countries where commemorative monuments were erected and the claims of genocide were formally included in school curricula .

A relatively mild atmosphere prevailed in the Turkish-Armenian relations under the term in office of Ter Petrossian. With the election, however, of Kocharian to the Presidency in April 1998, the extreme nationalist activities were let loose and Armenia began to pursue a toughness policy in its relations with Turkey. Kocharian stated in an official declaration that “The Armenians will never forget the genocide and always try to remind the rest of the world of this tragedy” and added that “The Genocide remains unpunished and the international recognition and reproach are inadequate and insufficient”. He repeated this statement also in the 53rd General Assembly Meeting of the United Nations and said that Armenia was under the blockade grip of Turkey and Azerbaijan.

The best reply to people like Kocharian has been given by the Armenian community living in Turkey. Regarding the genocide and the replacement claims, Dikran Kevorkian, Kandilli Armenian Church Pastor, said the following on 7th October 2000 in a television programme named “ Nutshell”:

Genocide and replacement denote two different concepts. The imperialist schemes and the Armenian apolitical dream leaders (media, churches and the clergy) are the causes of this situation. The Patriarch is a spiritual leader and a blunder is committed when his opinions are sought about political matters. What could ASALA and PKK do if there were no political support behind them? There was a German pressure on the Sublime Porte for the replacement, in an attempt to shake the existing order and to secure itself economic benefits through the Berlin-Baghdad railroad.

For the assimilation claims, Kevorkian stated the following words:

Today, it is only in Turkey among all countries of the world that the Armenians manage to maintain their own identity. The Armenians in the Diaspora abroad continue their struggle for existence by changing their names because there are efforts there to assimilate the Armenians. The Diaspora knows very well that the Sunday rites in all major American churches are in English and the Armenians are gradually forgetting their own language. When we say these we are criticised. It is for these reasons that we, as the Armenians living in Turkey declare our regrets against these efforts, because an injustice is being committed to the concept of “National Forces” entrusted to us by Atatürk. All this is a stratagem conducted from abroad, including the ASALA, PKK and Kocharian’s declaration. We, as the citizens of Turkey believe that an injustice is perpetrated here. If Armenians are intelligent enough, they should not allow themselves to be used for the interests of others.

In a reception held at Hilton Hotel on 22nd May 1999, the Armenian Patriarch Mesrob II gave the following messages refuting most of the Armenian claims:

The establishment of the Istanbul Armenian Patriarchate is an event unprecedented in the history. In 1481, only eight years after the conquest of Istanbul,. the firman issued by Mohammed the Conqueror for the conversion of the West Anatolian Armenian Episcopate into the Istanbul Patriarchate, is a clear evidence of his vision and the tolerance displayed by the subsequent sultans, toward other religions.

The establishment of a spiritual leadership office for a religion other than that of the ruler is unprecedented in the history before and after Mohammed the Conqueror. We will better understand the value of this event that occurred some 538 years ago and the importance of the tolerance between religions and cultures when we consider the clashes prevailing in the world and the wars being fought around us, at the threshold of a new millenium .

On this occasion, we recall with affection and gratitude Mohammed the Conqueror, all the statesmen that served the country along the lines that he had drawn and our eighty-three Patriarchs who faithfully served this office, beginning with the first Istanbul Armenian Patriarch Hovaghim from Bursa.

We, the Turkish Armenians as the largest Christian community living in this country sincerely believe in the bright future of the Republic of Turkey, we joyfully celebrate its seventy-fifth anniversary and we maintain great hopes for the future.

BUGÜNKÜ DURUM

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, 23 Eylül 1991'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye'ye yönelik "sözde soykırım" iddialarını bir devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler, zulme ve haksızlığa uğramış bir toplum imajı yaratarak, başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslar arası kuruluşları, Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadırlar.

Soykırım iddialarının kabulü ve tesciline bağlı olarak, Türkiye'den yüklü bir tazminat almak ve son aşamada ise Türkiye sınırları içerisinde bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarının, “Batı Ermenistan”ın iadesini sağlayarak Büyük Ermenistan'ı kurmak yönünde bir siyaset izlemektedirler.

Nitekim Ermenistan Parlamentosu’nca 23 Ağustos 1990'da kabul edilen bildiride; "Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan'da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslar arası kabul görmesi çabasını destekler" maddesine yer verilmiştir.

Sözde soykırımın tanınmasını hedefleyen girişimler, birçok ülkede yoğunlaşmış, bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmiş, hatta bazı ülkelerin okullarında “sözde soykırım” ders olarak okutulmaya başlanmıştır.

Türk-Ermeni ilişkileri Ter-Petrosyan yönetiminde nispeten ılımlı bir havada geçmiştir. Ancak Nisan 1998'de Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan'ın cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte aşırı milliyetçi hareketler serbest bırakılmış ve Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye başlamıştır. Koçaryan, yapmış olduğu resmi bir açıklamada; "soykırımı hiçbir zaman unutmayacaklarını, dünyaya bu trajediyi hatırlatmak durumunda olduklarını, soykırımın cezasız kaldığını, uluslar arası tanıma ve kınamanın layık olduğu şekilde gerçekleşmediğini" ifade etmiş, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 53. oturumunda da bilinen iddialarını tekrarlayarak, Ermenistan'ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından abluka altına alındığı savunmuştur.

Koçaryan gibilere en güzel cevabı şüphesiz, Türkiye'de yaşayan Ermeni cemaati vermektedir. 7 Ekim 2000 tarihinde yayınlanan Ceviz Kabuğu adlı TV programında konuşan Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan soykırım iddiaları ve yer değiştirme uygulaması hakkında unları söylemektedir:

"Soykırım ve tehcir (bir yerden alıp başka bir yere götürmek) farklı anlamlara gelir. Emperyalistlerin oyunları, Ermeni idarecilerin apolitik düş öncüleri (medya, kiliseler, din adamları) bütün bu olaylara sebep olmuştur. Patrik ruhani bir liderdir, siyasi konularda patrikten görüş alma gibi bir yanlış yapılıyor. Emperyalist güçler ASALA ve PKK'nın arkasında olmasaydı onlar ne yapabilirlerdi? Yer değiştirme meselesinde Almanya'nın İstanbul'a baskısı vardı. Burada Almanya'nın, yerleşik düzeni sarsmak ve Bağdat demiryolu mevzusunda ekonomik menfaatlerini sağlama almak amacı vardı(1)."

Kevorkan'ın "asimilasyon" iddiaları hakkındaki görüşleri ise şöyledir:

"Bugün dünya üzerindeki Ermenilerin en rahatlıkla, en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye'dir. Yurtdışındaki, Diasporadaki Ermeni, ismini değiştirerek mücadeleye giriyor. Çünkü oralarda, bir kültür ağırlığıyla, o insanların kültürünü eritmek var. Bugün Türkiye'nin aleyhine konuşulan Diasporadaki Ermeniler çok iyi biliyorlar ki, Amerika'nın belli kiliselerinde kurban ayinleri Pazar günleri İngilizce yapılıyor, Ermeniler ana lisanlarını kaybediyorlar.

Bunu söylediğin zaman kötü kişi oluyorsun. Biz onun için Türkiye'deki Ermeni vatandaşlar olarak üzüntümüzü dile getiriyoruz. Ne için? Atatürk'ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna bir haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. PKK, ASALA, bu kararname, bütün bunlar dışarıdakilerin oyunu. Biz Türkiye'deki vatandaşlar olarak bir haksızlık yapıldığını düşünüyoruz. Ermeniler eğer akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar(2)."

Türkiye Ermeni Patriği II. Mesrob ise, 22 Mayıs 1999'da İstanbul Hilton Oteli'nde düzenlenen bir resepsiyonda yaptığı konuşmada, sözde Ermeni iddialarının pek çoğunu çürüten şu mesajları vermiştir:

"İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine rastlayamayacağımız bir olaydır. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni Piskoposluğunu çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir.

Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görüldü. Yeni bir binyıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz.

İmparatorluk sınırları içindeki Ermeni toplumunun hayatını onun örf ve adetlerine göre düzenleyen Fatih Sultan Mehmet'i, onun doğrultusunda ülkeye hizmet eden devlet adamlarını ve 1461'deki ilk İstanbul Ermeni Patriği Bursalı Hovagim'den başlayarak bu makama sadakatle hizmet eden 83 patriğimizi sevgiyle ve minnetle anıyoruz.

Biz Türkiye Ermenileri, ülkemizde yaşayan en kalabalık Hıristiyan cemaati olarak 75. yılını coşkuyla kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti'nin aydınlık geleceğine tüm kalbimizle inanıyor ve yarınlara ümitle bakıyoruz(3)."

Taşnaksutyun örgütünün gizli lideri Koçaryan, Ermeni Devleti’nin başkanı olduktan sonra “4 T Planı”nın uygulanmasına hız verilmiştir. Nihai hedef, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne yöneliktir ve onu parçalamayı öngörmektedir. Bu strateji, geçmişteki üç-beş Ermeni örgütünün hedefi olmaktan çıkmış, bugünkü Ermenistan’ın da ülküsü halini almıştır. Eğer bugünkü Ermenistan’ın en önemli üç belgesine bakarsak bu durumu açıkça görürüz.

Bunlar “Bağımsızlık Bildirgesi”, “Bağımsızlık Kararı” ve 1995 yılında kabul edilen “Ermeni Anayasası”dır. Ermenistan Sovyet sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli “Bağımsızlık Bildirisi”nin 12. Maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslar arası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.

Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında aynı konuyla ilgili olarak “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” beyan ve taahhüt etmiş, 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda ise “Ermenistan’ın bağımsızlık bildirisindeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü haline getirilmiştir.

Dolayısıyla olmayan bir soykırımın kabul ettirilmesi ve Batı Ermenistan olarak nitelendirilen Türkiye’nin doğusundan toprak talebi, gizli bir emel olmaktan çıkmış, belki de bir başka ülke anayasasında rastlanılmayacak şekilde, resmen dünyaya açıklanmıştır. Anayasadan ayrı olarak haritalarla bu durumun propagandasını yapmaktadırlar.

Ermenistan’ın bu yayılmacı politikası karşısında, NATO ve AGİT’in anlaşma metinlerine bakmak gerekecektir. Her iki kuruluş ve bu kuruluşların temel mantığını oluşturan belgeler, üye devletlerin toprak bütünlüğünü teminat altına almaktadır.

Bilindiği gibi NATO bir askeri pakttır. Ancak, AGİT’e temel teşkil eden Paris Şartı’na bakacak olursak;

“... Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklendiğimiz mükellefiyetler ve Helsinki Nihai Senedi’nin getirdiği taahhütlere uygun olarak, herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinde bulunmaktan ya da bu belgelerin ilke ve amaçlarıyla bağdaşmayan bir tarzda eylemde bulunmaktan sakınacağımız taahhüdünü tekrarlarız. Birleşmiş Milletler Yasası ile yüklenilen mükellefiyetlere uymamanın, uluslar arası hukukun ihlali olduğunu hatırlatırız...”

hükmünü görürüz.

Bu madde de olduğu gibi, her iki organizasyonun mantığı açık iken, diğer tarafta “Türkiye’den toprak talep eden” ya da Türkiye toprağını “Batı Ermenistan” olarak yorumlayıp Anayasası’na koyan bir ülkeye yönelik NATO ve AGİT üyelerinin tavrı tartışılmalıdır. Uluslar arası işbirliği tarafların karşılıklı hak ve menfaatlerine saygıya dayalıdır. Bir tarafta her iki uluslar arası kuruluşun üyesi olan Türkiye, diğer tarafta Türkiye’nin toprakları üzerinde hak iddia eden ve yayılmacı politika güden Ermenistan...

DİPNOTLAR

1) Kanal 6 Televizyon, Ceviz Kabuğu Programı, 7 Ekim 2000)

2) Kanal 6 Televizyon, aynı program.

3) 23 Mayıs 1999, Gazeteler

THE ARMENIAN TERRORISM - ERMENİ TERÖRÜ

Another significant dimension of the Armenian issue from Turkey’s point of view is the start of the use of armed terror methods by the Armenians against the Turks. This aggressive strategy which was aimed directly at Turkish statesmen, started with the bombed attack launched in 1905 against Emperor Abdulhamid II.

After the foundation of the Turkish Republic in 1923, there was a peaceful period until 1965. In 1965 the terrorist movements suddenly rekindled with the support of the Armenian lobby. Turkish diplomats were killed, nearly 20 monuments were erected until the end of 1972 and a systematic press and publication activity was launched.

During the Armenian terror period, it was the traditional Tashnak and Hinchak organisations that designed, developed and implemented the attacks, diversified the targets, provided manpower for the terrorist teams, gave them moral and psychological support and found the necessary contacts for them.. The organisation that made itself known most frequently in this process was the ASALA, the acronym of the Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia.

The creators of the new terror age were the traditional terrorist organisations through the teams and groups that they trained, and the ASALA with the most merciless and inhuman practices under an independence mask. ASALA received its moral and psychological support, and the medium for contacts and relations from Hinchak. It may be stated on the basis of the foregoing that the traditional terror continued without respite, benefited from the occasions offered in the ‘60s and, making use of the of the opportunities launched a manhunt against Turks.

The Armenian terrorist organisations showed a rapid ascent within a relatively short time by armed assaults against the Turkish officials, representations and organisations abroad. During this period, the Armenians who secured themselves bases in Central and Eastern European Countries, and Syria and Lebanon also received help from the Cypriot Greeks and Greece.

The Armenian terror organisations, upon adverse reactions from the world opinion, have changed have their tactics and entered into co-operation with the terrorist group PKK in the ‘80s. PKK was pushed into the scene with the attacks directed against Eruh and ªemdinli in 1984 and the Armenian terrorist group ASALA withdrew to the background. The facts evidencing the connection between the Armenians and PKK are the following:

The terrorist group PKK announced the dates between 21 and 28 April 1980 as the Red Week and commemorated the 24th April as the day of genocide committed against Armenians.

On 8th April 1980, PKK and ASALA organised a joint press conference in the City of Sidon in Lebanon and issued a declaration at the end of this conference. Because of the reactions against this event, however, they decided to maintain their relations illegally on a secret basis. PKK and ASALA declared joint responsibility for the attacks made on the Turkish Consulate General in Strasbourg on 9th November 1980 and on the Turkish Airlines bureau in Rome on 9th November the same year.

Abdullah Öcalan, the separatist terrorist and the leader of PKK, was elected to honorary membership of “the Association of Armenian Authors” for “his intellectual contributions to the idea of Great Armenia.”

A Kurdistan Committee within the Armenian Popular Movement was formed as in many European countries.

On 4th June 1993, the Armenian Hinchak Party held a meeting at the PKK headquarters in Western Beyrouth with the participation of several members of PKK and ASALA.

Another striking example of the Armenian-PKK relations is the following group of decisions taken in the meetings held at two separate churches in Beyrouth from 5th to 9th January 1993, with the participation of the Armenian Orthodox Archbishop, officials of the Armenian Party and about 150 youth representatives:

A somewhat sedate attitude should be reserved toward Turkey for the time being.

The Armenian community is on the way to growth and better economic conditions.

The propaganda activities have started to make the genocide claims better understood in the rest of the world.

The recently-founded Armenian State, with a constantly growing territory, will definitely avenge the ancestors of its citizens.

The Western powers and particularly the United States side with and favour the Armenians in the combat for Karabakh. This opportunity should be well exploited as more and more Armenian young men join the ranks in this fight.

The civil war in Turkey ( referring to the war against PKK terrorism) will continue and eventually collapse the country’s economy, leading to an uprising by the entire population.

Turkey will be separated and a Kurdish State will be formed.

Armenians will hold good relations with the Kurds and support their fight.

Territories presently held by the Turks will become Armenian tomorrow.

It may be stated briefly that the common goal of the Armenian terrorist organisations is to destabilise Turkey using all available opportunities, to save the so-called Armenian land under occupation, and to create an independent Great Armenia. These expectations appear to be nurtured also by the new state of Armenia under different forms and guises.

ERMENİ TERÖRÜ

Türkiye açısından Ermeni sorununun önemli bir boyutu da, Ermenilerin Türklere karşı silahlı terör metodolojisini kullanmaya başlamalarıdır. Türk devlet adamlarına yönelik bu saldırgan strateji, ilk defa 1905'de II. Abdülhamit'e yapılan bombalı saldırı ile başlamıştır. Anadolu dışında kurulan Hınçak, Tasnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi halkı silahlı ayaklanmaya sevk eden örgütlenmeler meydana getirilmiştir. Bütün bunların sonucunda binlerce Türk ve Ermeni’nin hayatına mal olan isyan hareketleri ülkenin dört bir yanına yayılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından 1965 yılına kadar sakin bir dönem geçirildikten sonra, Ermeni lobisinin desteğiyle terör hareketleri birdenbire tekrar ortaya çıkarılmış, Türk diplomatları öldürülmeye başlanmıştır. 1972 yılı sonuna kadar çeşitli ülkelerde 20'ye yakın anıt dikilmiş, basın ve yayın yolu ile karalama faaliyetleri programlı olarak uygulamaya konmuştur.

Bu yeni dönemde terörü özendiren, geliştiren, hazırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, ve hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına destek, temas ve ilişkiler ortamı hazırlayanlar, Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan “Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu” örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.

Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır.

Ermeni terörü, yurt dışındaki Türk görevlilerine, temsilciliklerine ve kuruluşlarına yönelik silahlı saldırılar şeklinde kısa zamanda hızlı bir tırmanış göstererek yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde, Avrupa ve doğu ülkeleri ile Suriye ve Lübnan'da üsler edinen Ermeniler, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan ile işbirliği içine girerek eylemlerini gerçekleştirmişlerdir.

Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında bölücü terör örgütü PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:

· Bölücü terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini “Kızıl Hafta” olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak, toplantılar yapmaya başlamıştır.

· 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Bu uzlaşmadan sonra, 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Türk Başkonsolosluğu’na, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları bürosuna yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

· Bölücü terörist Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından “Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı” onur üyeliğine seçilmiştir.

· Ermeni Halk Hareketi’nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

· 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.

Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:

· Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.

· Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.

· Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

· Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.

· Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir... Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.

· Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.

· Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.

· Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

· Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.

Özetle; Ermeni terör örgütlerinin müşterek amacı; her fırsattan yararlanarak Türkiye'yi istikrarsızlığa sürüklemek ve sözde işgal altındaki Ermeni topraklarını kurtararak "Bağımsız Büyük Ermenistan"ı kurmaktır. Bugün devlet olma özelliğini de elde eden Ermenilerin, söz konusu isteklerinin değişik başlıklar altında devam ettiği görülmektedir.

LAW ON RELOCATION AND ITS IMPLEMENTATION - YER DEĞİŞTİRME KANUNU VE UYGULAMASI

Reasons for Relocation

The Ottoman Government, in order to deal with the Armenian riots and massacres, primarily applied regional measures and preferred to maintain a position of defence to settle the events locally. Despite the great roles the religious leaders played in riots and the desertion of Armenians with their arms, the Government agreed to define these riots as individual attempts. At the same time, the Armenian Patriarch and Armenian parliamentarians, committees and leaders of the Armenian community were told that more severe measures would have to be taken in order to ensure the defence of the country in case of newly arising disputes.

These endeavours of the Ottoman Government have been proven with documents. However, the Armenians that were well prepared for any riots before the occurrence of the war, didn’t revolt in masses as soon as the war broke out. While the Ottoman army was actively fighting on the fronts, the Armenian activities continued according plans prepared with “the aim to serve the alliance ideal for the Armenian independence”. Nonetheless, the fact that the activities carried out by the Armenian gangs were considered as a betrayal regarding the international laws was ignored.

The Armenian riots spread from Eastern Anatolia other towns. As the Russian occupation spread in and around Erzurum, Armenians considered that they could claim right on the blood of the dwellers and, as a German general cited, began to eradicate the Muslim population in this region.

While these actions and brutalities of the Armenian gangs continued, numerous kinds of arms and guns were caught in the searches performed by security forces in regions where Armenians resided. This severe condition that endangered the existence of the state indicated that more problematic arouse as result of more tolerance compensation would be impossible.

After the Ottoman State entered the war and especially after the defeat on the Caucasus front, occurrences such as Armenian oppression against the Muslim population, their desertion the military units, their attacks on the soldiers and security forces, their being capture with arms, the capturing of French, Russian and Armenian coding groups were the most significant proofs showing that they were about to start revolts within the country.

Besides taking necessary security precautions against riots and massacres, the Ottoman Government, before the “Law on Replacement and Settlement” was passed, had also settled the Armenians in some other regions when these precautions were not sufficient enough. However, the incident that strengthened the idea of the generalization of this practice that was the riots of the Armenians of Van.

Official documents prove that the Armenians were gathering in Van and, took up armes, waiting for the Russians to get closer, when the Ottoman State entered the war. The riots that Armenians caused, excluding the massacres and destruction, resulted in the occupation of Russians of Van, Malazgirt and Bitlis within a month. The example of Van showed clearly that the Turkish army would always be betrayed. Under these circumstances, the government had to decide upon the relocation of Armenians residing in various regions of the country.

The implementation of replacement became a necessity because Armenian dreaming over the foundation of an independent Armenia and thinking that they would be given the regions they occupied in the First World War. The practice of relocation of the Armenians living in the regions which formed a security line through the Caucasus, Iran and Sina, was not performed with the aim of eradicating the Armenians, but with the aim of ensuring security in the state and to protecting them. The replacement was the most successful one that ever been done in the history of world.

However, the implementation of relocation is not considered from this point of view. Armenia and the Armenian Diaspora have been exercising propaganda full of lies and calumnies against the Ottoman State. Nonetheless, the historical fact is this: by the decision of relocation, Ottoman State saved the Armenians from becoming extinct and also protected them in a way never seen before. If there exists an Armenian nation and is vast in population, it stems from the good intentions and the success of the Ottomans. Armenia and the Armenians, instead of accusing them, have to be thankful to the Ottoman State for providing them with an independent church and protecting them, and they have to consider the faithful and sensible approaches Turkish Armenians, as a good example.

As the riots and massacres made by the Armenians who joined in the activities of The Allied States and Russia reached to a point that would change the result of the war, the commander in chief Enver Pasha, sending a written notification to Talat Pasha, the Minister of Domestic Affairs, on 2nd May 1915, stated that it was necessary to disperse the Armenians that were ready and gathered to maintain their riots in the Van region so that they could not riot.

Taking immediate action, Talat Pasha, through sending a coded message to the 4th Army Command on 23th May 1915, ordered that the Armenians who were moved from Erzurum, Van and Bitlis be replaced and settled in Urfa district, excluding the southern part of Musul province, Zor district, and the central district; the Armenians who were moved from Adana, Halep, Maras settled in the eastern part of Syria province and to the eastern and southeastern part of Halep province. The Civil Services Inspector Ali Seydi Bey was assigned to the post of inspecting the settlement and relocation procedures in Adana region, Hamid Bey in Aleppo and Maras region.

Relocation Law

The Ottoman government had founded the basis of the practice of relocation within the framework of a law already valid in those times. It was not an arbitrary practice. The law containing four articles comprises the measures to be taken by military units against the rebels that refused the authority of the state taking action in war.

It is stated in the Article 1 of the Law on Relocation and Settlement that if there is opposition against the governmental powers and the established order, attacks and resistance, severe defence and elimination should be exercised, and in Article 2, it is stated that towns and villages that are proven to be betraying and engaging in espionage towards the armed forces be displaced to other regions, in Article 3 the validity of the law and in Article 4 the liability of the implementation of the law is stated.

As seen from the law, it is exactly an authoritative law against violence, and ensuring the protection of the state and public order. The most significant feature of the law is that no specific ethnic group and community are implied or indicated. The Ottoman citizens of Muslim, Greek and Armenian origin covered by this law were subject to relocation. Thus regarding the Law on Relocation and Settlement also known as the “Law on Migration” to be aiming at a specific nation either results from lack of information or is a deliberate attempt of propaganda.

While the Ministry of Domestic Affairs were taking measures to arrest the Armenian rebels, Russian, French and English governments, who issued a joint statement on 24th May 1915 claimed that Armenians were continuously being killed in one month in Eastern and South-eastern Anatolia, which they named as “Armenia” and declared that they agreed upon the fact that the Ottoman Government had to be charged for all these events.

Upon the new international dimension the issue had gained, Talat Pasha delivered an official note on the practice of relocation to the Prime Minister on 26th May 1915. In the note, he stated that they decided on the settlement of Armenians living in regions of war in other regions, after it was proved that Armenians started rebellions and massacres. The note of the Ministry of Domestic Affairs together with another note by the Prime Ministry was immediately put on the agenda of the Parliament. In the note of the Prime Ministry, it was stated that the practice of relocation was necessary for the security of the state and that it was necessary to exercise it in association with a procedure and regulation. The Parliament took a decision that approved this practice on the same date. Thus, the law issued on 27th May 1915 in the Parliament was put into force by being published in Takvim-i Vekayi, the Official Gazette of those times, on 1st June 1915.

In a written notification sent by the Prime Ministry to the Ministry of Domestic Affairs and Finance and the War Ministry on 30th of May 1915, it was explained in detail how the migration would be implemented and it was stated that the Armenians would be settled in the regions allocated for them, ensuring security for their lives and properties; their needs would be met through the subsidy of the immigrants’ association until they completely settled in their new houses; they would be given real estate and lands in regard with their former financial conditions; the ones in need would be provided with housing constructed by the government; the farmers and those engaged in agriculture as a profession would be provided with seed beds, equipment and devices; the movable properties they left behind would be returned to them; the immovable property, after their values being determined, would be sold and the money to the owners would be handed over; places such as olive, mulberry and orange groves, vineyards, shops, factories and warehouses which yield revenues would be sold by auction or be rented and costs of the same be registered at the deposit so that they would be paid to their owners later; all these issues would be executed by special commissions and a detailed instructions guide would be prepared regarding this matter.

The Telegraph Attributed To Talat Pasha

That the measures taken regarding the Armenians were not aiming at their eradication was frequently repeated by Talat Pasha. Even, the tone of the language used in a coded telegraph sent to the governor and the administrative units of the relevant provinces on 29th of August 1915 is a clear evidence of this. The code is as follows:

“The objective carried out by the government by displacing the Armenians from where they live and settling them in assigned regions is to ensure that this nation does not take part in activities opposing the government and that they become unable to follow their national ideal on founding an Armenian Government. The case is not that these people be eradicated, yet, during relocation, the security of Armenian convoys shall be ensured and all necessary precautions shall be taken in order to meet their needs through the subsidy of the immigrants’ association. Severe legal measures shall be taken against the attackers towards these convoys or the against gendarme and officials that take part in such attacks and they shall immediately be dismissed and delivered to the military courts.”

As to the telegraph that the so-called Armenian genocide claim supporters:

An Armenian called Aram Andonian mentioned this issue in his book “Naim Bey’in Anilari / Ermenilerin Tehcir ve Katliamina Iliskin Resmi Türk Belgeleri” (Memoirs of Naim Bey / Official Turkish Documents Related to the Armenian Migration and Genocide) he published in London, 1920. The telegraphs that are mentioned in the book and attributed to Talat Pasha are fake documents produced in order to create a criminal for the so-called genocide. As a result of the researches made by Sinasi Orel and Sureyya Yuca on these documents, numerous concrete evidences were found that they were fake.

The Practices during Relocation

Law on Relocation and Settlement provided how relocation would be made in detail. In these decisions and instructions, issues such as how movables and real estates were to be delivered of, condition of the lands and crop on them, their registration and even, giving hot food with meat to the immigrants were taken into consideration. The legislation clarifying how the law would be applied did not aim at destruction of any movables or real estate or killing of the people; on the contrary any mistakes in the execution of the regulation punished severely, including capital punishment.

Fundamentals of how relocation would be made was resolved by the Board of Ministers as follows:

The inhabitants shall be moved to the allocated regions in security, safety and comfortably.

Their victuals shall be met by the subsidy of immigrants association until they become resident at their new homes.

They shall be given lands and real estates taking into consideration their previous financial and economic conditions and the government shall construct houses for those in need and seeds and tools shall be supplied to the farmers and business experts.

The movable properties they left behind shall be taken to them in a proper manner.

Pursuant to fixing and evaluation of real estates in cities and villages evacuated by the Armenians, those shall be distributed to the migrants to be settled down in such villages.

Places such as olive and mulberry groves, vineyards, shops, factories and warehouses which yield revenues shall be sold by auction or shall be rented and costs of the same shall be registered at the deposit for to be paid later to their owners.

Such issues shall be pursued by a special commission and instructions shall be issued on this subject.

As may be understood from the text, displaced persons would take their movable assets with them or they shall be taken to them afterwards, their real assets were to be sold by auction, prices to be paid to them.

In accordance with the Law on Relocation and Settlement dated 27 May 1915 and the decrees setting forth the forms of application of this law; the Armenian convoys were gathered in some certain centers such as Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik and Halep, on the crossroads to their destinations.

The routes on which the convoys were to be displaced were selected among the nearest roads due to security reasons and prevention of difficulties the migrants may suffer.

Maximum attention was paid for orderly sending and protection from any dangers or loss of the convoys despite the war conditions. As a matter of fact, Mersin Consul of America, Edward Natan, in the report he sent to Ambassador Morgenthau on 30 August 1915 depicted, “All routes from Tarsus to Adana were full of Armenians; despite some troubles that may take place due to the crowd, the government managed the situation well; it did not allow violence and irregularity; the migrants were provided necessary number of tickets; and those in need were provided assistance”.

If Ottoman government initiated a practice of intentionally killing a group of people, it would not implement decisions such as conditions to be provided for the migrants on their way, protection of the convoys against attacks by the bandits, medical aid, protection of children, registration of movables and real assets they left behind, giving food with meat at certain intervals. Therefore, relocation of the Armenians was not slaughtering of the Armenians, but was aimed at ensuring the security of the state and is the most successful relocation and settlement movement in history.

Expenses incurred during the Relocation

General Administrate for Migrants was established in order to meet the needs arising in relation with displaced Muslims, Greeks and Armenians and the migration movements toward Anatolia which attempted to solve the settlement, means of living and other problems of the migrants.

Documents pertaining to the practice give detailed information on in which provinces and districts hospitals were established, and which buildings were allotted for the orphaned Armenian children. The documents show that the amount spent for relocation, settlement and ensuring the living of the migrants subject to relocation was 25 million kurus in 1915, and 230 million kurus in 1916.

The convoys established during the migration were provided with means of transport or saddle beasts special care was given to women, elderly and children. Article 2 and Article 3 of the regulations issued by the term Ministry of the Interior, explained respectively that “the displaced Armenians could take all their goods and animals together with them” and “protecting the lives of the Armenians on the journey to the places they were to be settled during their travel and supplying their food and rest were the duties of the administrative authorities of the regions they pass; any slackness or carelessness that might take place with regard to this issue would be responsibility of all of the officers”.

Quinine was distributed to those migrating via sea in order to make sure that they protect themselves from malaria, which was an epidemic of the day and for the patients, the possibility of benefiting from military hospitals in addition to the civil hospitals was given.

Ottoman Government, while spending so much money for this replacement implementation, either delayed or cancelled the public and private debts of the Armenians subject to immigration. At the same time, an amount of money sent from America to be given to the Armenian immigrants was distributed to the Armenians by the American missionaries and consuls with the consent of the.

Armenian Population before the Relocation

The most abused and distorted issue, which the Armenian revolutionary committee members and their supporters of today use, is the Armenian population before and after the migration process. The records of war period, official figures, church logs, information on population in the reports of foreign missionaries are being constantly distorted to make the real population of those days look much more despite those documents the figures are unreasonably exaggerated so as to find support to their so-called genocide allegations. Some of these figures even exceed the total Armenian population of today’s world.

In some foreign resources the Armenian population living in the Ottoman Empire is:

2.5 million as per Armenian Patriarchate

2.2 million as per the Armenian Committee of Lausanne

1.5 million as per the French Yellow Book

1.5 million as per Britannica

1 million as per the English yearbook.

Armenian population as to Ottoman official documents is as follows:

1.001.465 as per 1893 Census

1.120.748 as per 1906 Census

1.221.850 as per Population Statistics of 1914

Taking into consideration the statistics pertaining either to the Ottomans and foreigners, it is evident that the population of the Armenians living in the Ottoman territories during World War I was about 1.250.000 at most.

It is certain that the most reliable numbers with regard to Armenian population of Ottoman State is in official documents. General Directorate of Statistics was established in 1892 in the Ottoman State. The general director was Nuri Bey in 1892, a Jew called Fethi Franco between 1892 and 1897, an Armenian called Migirdiç Sinabyan between 1897 and 1903, an American named Robert between 1903 and 1908 and Mehmet Behiç Bey between 1908 and 1914. As it is seen, non-Muslims were in control of the information about population in the Ottoman Empire in a period during which important events were taking Armenian issue to the political arena. Therefore, the information on population given by Ottoman sources should be relied on since no documents and opinions showing the contrary have been found until now.

The Regions where the Armenians were Settled

Within the framework of relocation implementaitons, it was decided that the Armenians from Erzurum, Van and Bitlis were to be sent to south of Musul, and to Zor and Urfa Districts; and Armenians from Adana, Halep, Maras to be sent to eastern Syria and east and southeast of Halep. However, a note to Adana, Erzurum, Bitlis, Halep, Diyarbekir, Syria, Sivas, Trabzon, Elazig (Mamuretülaziz) and Musul provinces and Adana Abandoned Property Commission Chairmanship, Zor, Maras, Canik, Kayseri and Izmit Administrates upon continuing revolutions and slaughters of Armenians, on 5 July 1915, set forth that the regions allotted for Armenian settlement was widened. At the same time, special attention was paid to establish the residential areas of the Armenians 25 km far from the Baghdad railway at most, to make sure that the Armenian population does not exceed 10 percent of the Muslim population of the region and to ensure that every village has maximum 50 houses.

The Population of the Armenians Subjected to the Relocation

The number of Armenians subjected to the relocation regarding their arrival and departure points was under control and registered at all times. It is quite obvious that 438.758 people were displaced from various regions of Anatolia and 382.148 of these people were safely replaced in new settlements between 9 June 1915 and 8 February 1916. As seen, there is a difference of 56.000 people between the evacuees and the arrives. All the figures regarding the relocation of the Armenians were registered. The pertinent Ottoman documents explain this difference as follows:

500 people on the road between Erzurum and Erzincan; 2000 in Meskene, between Urfa and Aleppo and 2000 others on the outskirts of Mardin were massacred in attacks launched by bandits or nomadic Arabs. Another 5000 people were killed in attacks on convoys passing through Dersim. These figures prove that no massacre had been occurred against the Armenians and it is impossible to mention a genocide.

It was understood from these documents that many people had also fallen victim to hunger while on the road. Apart from these, some 25-30 thousand people had lost their lives when struck by fatal diseases such as typhoid and dysentery. In all, an estimated 40 thousand casualties had been registered during relocation. The remaining 10-16 thousand people were made at stay in provinces they had reached, when the implementation of relocation was brought to an end. For instance, on April 26, 1916, orders were given to provide the return to and the settlement in the province of Konya of those Armenians setting out form the province to new destinations. On the other hand, many other Armenians are believed to have fled to either Russia or to Western countries, including the Unites States.

Apart from this, many Armenians went to several countries prior to the war and after the war mainly to United States of America and Russia. It was set forth with certain documents that 50.000 Armenians were trained in the region where they joined the Russian army and that 50.000 Armenians were receiving training in the American army for fighting with the Turks. In fact, the letter of an Armenian who was living in America to Murad Muradyan an advocate in Elezig shows such information. In the concerned letter, Muradyan mentions that some Armenians were escaped to Russia and America and later 50.000 of those trained soldiers went to Caucassia. As it can be understood from all the concerned documents, many of Armenian subjects of the Ottoman State were scattered through various countries especially to U.S.A. and Russia, before and during the war. For example, Artin Hotomyan who was a tradesman in America sent a letter to the Chieftain of Security on January 19, 1915 and stated that thousands of Armenians migrated to U.S.A. and they were facing with hunger and hardships.

According to the report presented by Noradungian Gabrial to the Lausanne Conference Evacuation Commission, it was observed that 345.000 people went to the Caucasus, 140.000 people went to Syria, 120.000 to Greece and to the Aegean islands, 40.000 to Bulgaria, 50.000 to Iran; 695.000 in total.

In a message sent to Hüseyin Rauf by Hatisov who participated in the Trabzon Conference (14 March - 14 April 1918) and who was one of the eminent figures of the Armenians (he became the President of Armenia afterwards), it was said that the number of Armenians who left the Ottoman territories and went to the Caucasus was 400.000.

Another Armenian Richard Hovannisian states that 50.000 Armenians went to Lebanon, 10.000 to Jordan, 40.000 to Egypt, 25.000 to Iraq, and 35.000 to France and USA from the Arabian countries except for Syria .

In the light of the figures given by Armenians and foreigners, it is clear that 345.000 Armenians went to the Caucasus, 140.000 to Syria, 120.000 to Greece and to the Aegean islands, 40.000 to Bulgaria, 50.000 to Iran, 50.000 to Lebanon, 10.000 to Jordan, 40.000 to Egypt, 25.000 to Iraq, and 35.000 to France, USA, Austria etc. in the application of evacuation and placement; 855.000 Armenians in total.

It is impossible that 2-3 millions of Armenians could have been killed as claimed by Armenians. This slander may be the biggest lie on the earth as the number of the Armenians living in the territories of the Ottoman State had been around 1.250.000.

Moreover, if the Ottoman State had wanted to get rid of its Armenians subjects, this could have been handled by assimilation or by presenting the war as a reason. However, as it is known, Armenians led a more comfortable life than that of the Turks in the Ottoman Empire. As stated, when the Armenians, who were deceived by the dream that the territories occupied by Armenians would be given to them and that an independent Armenia could be established, began to fight with the Ottomans, in betrayal, the application of relocation became a must. Execution of relocation did not aim at the destroying Armenians, on the contrary, it was aimed at protecting them and providing security of the state, and it is the most successful relocation application of the world.

Attacks on the Armenian Convoys and the Measures Taken by the Government

Certain convoys were attacked by the tribes located between Aleppo and Zor, and by Arab bandits during the journey of Armenians to the placement areas. According to a deciphered telegram of 8 January 1916, it was reported that many Armenians had been killed by the attacks of Arab bandits whose intentions were robbery, in the area between Aleppo and Meskene, that 2.000 Armenians were robbed and attacked by the Arab tribes on their way to Aleppo through Saruç and Menbiç. It was also reported that around 2.000 people had been killed regardless of their religion including Muslims and non-Muslims in Diyarbekir by certain bandits and tribes, and that another convoy of 500 people travelling on Erzurum-Erzincan way was killed due to the attacks of Kurds.

The Ottoman Government spent great efforts in order to provide the safety of the convoys while it was also fighting with the enemy on battle fronts. Certain inspection delegations were established and sent to replacement areas in order to investigate the officials who failed to settlement areas. These delegations dispatched those people found guilty to Martial Court. Some authorities were dismissed from service and some others were given heavy punishments.

Those Armenians who were not Relocated

According to the telegrams of 2nd and 15th August 1915, sent to the Governor Offices of relevant provinces it was reported that those Armenians of Catholic and Protestant sects, Armenians serving in the Ottoman Army officers and in medical troops, Armenians working in the branches of the Ottoman Bank, Armenians in the Reggie administration and in certain consular offices were excluded from relocation as long as they remained loyal to the state.

In addition, the sick, the disabled, the old, and the women and children were excluded from relocation, they were taken care of in orphanages and villages and their needs were met by the state. In a circular of 30th April 1916, on Armenian families who need shelter, it was stated that those families whose fathers had been replaced or were serving the military or had nobody to look after them would be settled in villages and towns where there were no foreigners other then Armenians and that their needs would be met by the immigrant budget.

Property of the Armenians who were Relocated

According to the instruction published on 10th June 1915, properties of Armenians who were subjected to immigration were protected. Those properties that could not be protected, such as animals and workshops that needed to be operated were sold by certain committees established for the care purpose by public auction and the income earned was sent to their owners.

Returning of Armenians who were Relocated

The placement of Armenians in new settlements was stopped on 25 November 1915 due to winter. In a general instruction sent to the provinces and sanjaks, it was stated that the relocation of Armenians was stopped totally, and that no relocation would be performed for any reason. After the end of the World War I, a circular was issued in order to provide the return of Armenians who had been subjected to the relocation to their homes if they wished. In a document issued by the Interior Minister Mustafa Pasha and sent to the Prime Ministry on 4th January 1919, it was set forth that certain instructions had been issued in order to provide the return of Armenians who were subjected to relocation to their homes if they wished and it was stated in detail that required precautions were taken.

The Reflections concerning Relocation in the World

Although the foreign observers located in the areas where relocation operations were being executed reported that even though the Ottomans Government fought in several fronts in the World War I, it executed relocation operations successfully and with great care, the western press gave misinformation about the issue and distorted the facts. For example, although the Consular of the United States of America in Mersin, Edward Natan, stated in his report that the relocation implementations were carried out in an order, the Ambassador in Istanbul distorted the facts in Natan’s report and when his report reached America, the American press used this information against the Turks.

Within the framework of the reports of the British consulars in Iran, the claims that 1.000.000 Armenians were killed were taken into consideration in the English Parliament and the decision to protest the Turkish Government was taken. Moreover, the Mavi Kitap (the Blue Book) published in Britain on the Armenian events, claimed that in the Ottoman Empire one third of the total Armenian population, which was 1.800.000 was killed.

Inspection by Foreigners

After the World War I, following the occupation of Istanbul and other provinces by the Central European Powers, 143 Ottoman political and military leaders and intellectuals were arrested and sent to the Malta island by the British and to be tried. A comprehensive investigation was carried out in the Ottoman archives in order to find out the proof of guilt regarding these imprisoned people, but no proof showing that they were guilty could be presented to the court. The British Government studied on certain reports in its archives and the archives of the USA in Washington thoroughly, but no evidence was found.

In a message sent by the British Ambassador in Washington R. C. Craigie to Lord Curzon on 13 July 1921, it was stated that

“I am sorry to say that nothing to be used against the Turks persecuted in Malta as proof could be found... No problem is available at the moment to present as a qualified evidence. The relevant reports, in no way, seem to be including any proofs to support the information available in the Government of Her Majesty’s regarding the Turks”.

The Law Advisers in London stated on 29th July 1921 that the accusations on the persons included in the list of the British Foreign Office included semi-political judgement, and therefore a new operation has to be performed for those Turks who were arrested for accusations of war crimes.

No statement was received from any witnesses proving that the accusations against the arrested persons are right. Indeed, it is not clear that any witness can be found as it is unnecessary to state that it is highly difficult to find any witness in a country which is far and hard to reach such as Armenia, particularly after such a long time”. This statement was made by the Law Advisers of the British Government in London.

In conclusion, those arrested people in Malta were released in 1922 without any hearing and any accusation directed to them.

During this period, certain documents were published in the British press accusing the Ottoman Government and trying to prove these accusations. It was claimed that these documents were found in the Ottoman State offices in Syria by the British Occupation Forces under the command of General Allenby. However, the investigations carried out by the British Foreign Office afterwards found out that these documents given to the British press were not the documents received by the British Army, but they were fake documents sent to the allied delegations by the Nationalist Armenian Delegation in Paris.

Replies of the Scientists for the Claims

Scientists considering the history according the sizes and principles of history, received the original information and documents regarding the issue since 1925 and listened to the witnesses, and made certain observations in the areas that the events took place. These scientists knew that the Ottoman Archives were open to foreign researchers to personal applications. Therefore, comments or contrary beliefs on their convictions can only be made by the people who know in detail as much as these scientists.

Another significant document regarding the issue is the report presented by the 69 American scientists to the Parliament of Representatives on 19 May 1985.

The area called Turkey, in fact “Republic of Turkey”, was a part of the Ottoman Empire which was a multi-religious, multi-national state from the 14th century to 1922. It is incorrect to consider the Ottoman Empire as equal to the Republic of Turkey just as in the case of Habsburg Empire and Republic of Austria”.

Those American academicians whose signatures are present below and who are experts on Turks and Ottoman researches, are of the opinion that the language used in the resolution of the American Parliament of Representatives was distorted and incorrect. Our concerns focus on the use of the “Turkey” and “genocide” and can be summarised as follows:

The Ottoman Empire which was brought down in 1922 by the Turkish Revolution, which led to the establishment of the Republic of Turkey in 192, was a state that had the territories of more than 25 states currently located in the Southeast Europe, Northern Africa and the Middle East, one of which is the Republic of Turkey. The Republic of Turkey cannot be held responsible for any event that took place during the Ottomans.

As for the “genocide” accusation, those signing this report do not have any intention to look down on the dimensions of the pains that Armenians had suffered. Likewise, we are of the opinion that the suffering of the Muslim people in the concerned area cannot be treated in a different way either. (...) However, there are several documents and findings to be reached by the historians in order to differ the belligerent and innocent from the to find out the reasons for the events.

The accusations, such as those in the Resolution of the Parliament of Representatives No 192 shall lead to the unjust statements regarding the Turkish people and maybe will damage the improvements obtained by the historians in understanding these tragic events.

If the Congress approves this Resolution, it shall try to decide on what part of the historical problem is correct via laws. Such a decision based on suspicious assumptions shall damage historical research and shall damage the reliability of the American legislative process.”


YER DEĞİŞTİRME KANUNU VE UYGULAMASI

Yer Değiştirmenin Nedenleri

Ermeni isyanları ve katliamları karşısında Osmanlı Hükümeti, öncelikle bölgesel tedbirlere başvurmuş ve olayları yerinde bastırmayı ve savunma durumunda kalmayı tercih etmiştir. Ermenilerin silahlarıyla firarlarına, dini liderlerinin isyanlardaki büyük rollerine rağmen, Hükümet bu isyanları münferit bazı teşebbüsler şeklinde kabul etmeyi uygun bulmuştur. Aynı zamanda başta Ermeni Patriği ve Ermeni milletvekilleri olmak üzere, komitelere ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerine yeni karışıklıklar çıkması durumunda "ülke savunmasını sağlamak amacıyla sert önlemler almak zorunda kalınacağı" anlatılmıştır.

Osmanlı hükümetinin bu gayretleri belgeleriyle sabittir. Fakat daha savaş başlamadan önce her türlü isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana yönelmemişlerdir. Ermenilerin eylemleri, Osmanlı orduları cephede savaşırken, "Ermeni bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plâna uygun yürütülmüştür. Ancak, Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir.

Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer bölgelere yayılmıştır. Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "müslüman halkın kanını kendilerine mubah" görmüşler ve bir Alman generalinin ifadesiyle, "Bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürmeye başlamışlar”dır.

Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâh ve cephane ele geçirilmiştir. Artık devletin varlığını ağır bir şekilde tehdit bu durum, biraz daha hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini göstermekteydi.

Osmanlı devletinin savaşa girmesinden ve özellikle Kafkas Cephesindeki bozgundan sonra, Ermenilerin Müslüman halka karşı baskıları, askerden firarları, asker ve jandarmaya saldırıları, silahlı ve mühimmatla yakalanmaları, Fransızca, Rusça ve Ermenice şifreli yazışmaların ele geçirilmesi gibi gelişmeler, ülke çapında bir karışıklık çıkaracaklarını gösteren en önemli kanıtlar olmuştur.

Osmanlı hükümeti, isyan ve katliamlara karşı güvenlik tedbirleri almakla beraber, “Yer Değiştirme Kanunu”ndan önce de, bu tedbirlerin yeterli olmadığı durumlarda Ermenileri başka yerlere yerleştirme yoluna gitmiştir. Ancak bu uygulamanın genelleştirilmesi fikrini doğuran olay, Van Ermenilerinin isyanı olmuştur. Çevredeki Ermenilerin, Osmanlı devletinin savaşa girdiği tarihlerde Van'da toplandıkları ve silahlanarak Rusların iyice yaklaşmasını bekledikleri resmi belgelere yansımıştır.

Ermenilerin başlattıkları isyanlar, -katliamlar ve tahriplerin dışında- Rusların bir ay içinde Van, Malazgirt ve Bitlis'i işgali ile sonuçlanmıştır. Van örneği, Türk ordusunun daima arkadan vurulacağını ve ihanete uğrayacağını göstermiştir. Bu durumda hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan bazı Ermenilerin, “yer değiştirmelerine” karar vermek zorunda kalmıştır.

İtilaf Devletleri ve Rusya ile birlik olan Ermenilerin başlattıkları isyan ve katliamlar savaşın kaderini etkileyecek noktaya ulaşınca, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya bir yazı göndererek, "Van bölgesindeki isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir halde bulunan Ermenilerin, isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini” bildirmiştir.

Bunun üzerine Talat Paşa, 23 Mayıs 1915’te, 4. Ordu Komutanlığına bir şifre göndererek, “Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı, Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerinse Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na sevk ve iskân edilmelerini” istemiştir. Sevk işlemlerini takip etmek üzere Adana, Halep ve Maraş bölgesine mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.

Yer değiştirmeyi zorunlu kılan; Birinci Dünya Savaşı’nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermenilerin, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaları ve isyanlarıdır. Kafkas ve İran cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Yer değiştirme uygulaması nedense bu gözle görülmek istenmemekte, Ermenistan ve Ermeni diasporası Osmanlı aleyhine olumsuz, yalan ve iftiralarla dolu propagandalar yapmaktadır. Halbuki, tarihi gerçek şudur: yer değiştirme kararı ile Osmanlı Devleti, Ermenileri yok olmaktan kurtarmış ve eşine az rastlanır bir şekilde korumuştur. Bugün Ermeni milleti varlığını devam ettiriyorsa, bu Osmanlıların iyi niyeti ve başarısı sayesindedir.

Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu

Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır. Keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir:

İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915'te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ileri sürmüşler ve olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.

Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başvekalet’e (Başbakanlığa) göndermiştir. Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum, Başbakanlık’ça derhal Meclis gündemine getirilmiştir.

Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun bir usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Kanunun;

1. maddesinde "Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi",

2. maddesinde "Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi",

3. maddesinde kanunun yürürlüğe giriş tarihi ve

4. maddesinde de kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. En önemli özelliği ise; “kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin zikredilmemiş veya ima edilmemiş” olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.

Başbakanlık tarafından 30 Mayıs 1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezâretlerine (Bakanlıklarına) gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şöyle denilmiştir(1):

“Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir;

Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır;

Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir;

Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecek; çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir;

Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;

Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir;

Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir tâlimatnâme hazırlanacaktır.”

Talat Paşa’nın Ermenilerin soykırımını isteyen telgrafı var mıdır?

Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığı, Talat Paşa tarafından her fırsatta dile getirilmiştir. Nitekim 29 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlerin vali ve mutasarrıflarına gönderilen bir şifre telgrafta kullanılan üslup, bunun en açık delilidir. Şifrede şöyle denilmektedir:

"Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki millî emellerini takip edemeyecek bir hale getirilmelerini temin etmektir. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirîn tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azledilerek Divan-ı Harplere teslim edilmelidir(2)."

Talat Paşa’nın verdiği emir böyle olmasına rağmen, sözde Ermeni soykırımı iddiacıları, gerçeği çarpıtmışlar; Talat Paşa’nın Ermenilerin katledilmesine yönelik emir verdiğini ileri sürmüşlerdir. Dayanakları ise Aram Andonian adlı bir Ermeni’nin, 1920 yılında Londra’da yayınladığı "Naim Bey'in Anıları/Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli kitabıdır. Kitapta yer alan ve Talat Paşa'ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Bu belgelerin sahteliği, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından yapılan inceleme sonucunda kanıtlanmıştır(3).

Yer Değiştirme Sırasındaki Uygulamalar

Kanuna göre hazırlanan uygulama emri ile yer değiştirmenin nasıl yapılacağı tüm ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır. Bu emirde; menkul ve gayri menkullerin nasıl teslim alınacağı, araziler ve üzerindeki mahsulün durumu, bunların kayda alınması, göç edenlere sıcak ve etli yemek verilmesi gibi konulara dahi yer verilmiştir. Uygulama emrinde, menkul ve gayrimenkulun yok edilmesi ya da insanların öldürülmesi yönünde herhangi bir işaret olmadığı gibi; tam tersine uygulamada hata yapanların idam cezasına kadar uzanan ağır cezalarla cezalandırılacağı belirtilmektedir.

Yukarıda verilen uygulama emrinden anlaşıldığı gibi, yerleri değiştirilenler taşınabilir mal ve eşyalarını beraberlerinde götürecekler veya bunlar sonra kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ise açık attırma ile satılacak ve bedelleri kendilerine ödenecektir.

Bu esaslar içinde göç ettirilen Ermeni kafileleri, yerleştirilecekleri yerlere gönderilmek üzere, yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbakır, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmışlardır.

Kafilelerin sevk edildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları ve güvenlikleri için mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Güzergâhların seçiminde tren yolları ve “şahtur” denilen nehir kayıklarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir.

Bir yandan Birinci Dünya Savaşı'nın sürmesine rağmen, yer değiştirmenin düzenli bir şekilde yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için azami dikkat gösterilmiştir. Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morgenthau’ya gönderdiği raporda, “Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu” belirtmiştir(4).

Eğer Osmanlı hükümeti bir grup insanı yok etme maksadıyla bu uygulamaya girişmiş olsa idi, göç edenlere yolda sağlanacak imkanları, kafilelerin eşkıya baskınlarına karşı korunmasını, hastalara yardım yapılmasını, çocukların korunmasını, geride bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin kayıt altında tutulmasını, etli yemek verilmesine ilişkin kararları uygulamaya geçirmezdi. İşte bu nedenlerle, yer değiştirme, Ermenileri yok etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür.

Yer Değiştirme Sırasında Yapılan Harcamalar

Yer Değiştirme Kanunu ile yerleri değiştirilen Müslüman, Rum ve Ermeniler ile Anadolu'ya yönelen göç hareketlerine ilişkin ihtiyaçları karşılamak amacıyla, Göçmen Genel Müdürlüğü kurulmuş, bu kurum tarafından göçmenlerin, yerleştirme, geçim ve diğer sorunları çözülmeye çalışılmıştır.

Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin, sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır(5).

Göç esnasında oluşturulan kafilelere, vasıta veya binek hayvanı sağlanmış, kadın, yaşlı ve çocuklarla, hastalara özel ilgi gösterilmiştir. Dönemin İçişleri Bakanlığınca yayınlanan yönetmeliğin 2. maddesinde, “nakledilen Ermenilerin taşınabilecek bütün mallarını ve hayvanlarını birlikte götürebilecekleri”, 3. maddesinde ise, “yerleştirilecekleri yerlere sevk edilen Ermenilerin yolculuk sırasında canlarının korunması, yiyeceklerinin temini ve istirahatlarının, geçtikleri yerlerde bulunan yönetim makamlarına ait olduğu; bu konuda meydana gelecek gevşeklik ve ilgisizlikten sırasıyla bütün memurların sorumlu olduğu” ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.

Deniz yoluyla göç edenlerin o dönemde salgın bulunan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için kinin dağıtılmış, hastalar için sivil hastaneler yanında askeri hastanelerden de yararlanma imkanı getirilmiştir. Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen yerlerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların geçimleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için eğitim imkanı sağlanmıştır.

Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulaması için ciddi harcamalar yaparken, bir yandan da göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçlarını ya ertelemiş ya da tamamen silmiştir. Bu arada Amerika'dan Ermeni göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dahilinde Ermenilere dağıtılmıştır.

Yer Değiştirmeden Önce Ermeni Nüfusu

Ermeni komitacılar ve bugünkü destekçileri tarafından günümüzde en çok istismar edilen ve çarpıtılan konu Ermeni nüfusunun göç öncesi ve sonrasındaki durumudur. Savaş döneminde tutulan kayıtlar, resmi rakamlar, kilise kayıtları, yabancı misyonların raporlarında yer alan nüfus bilgileri ve diğer belgelere rağmen sürekli olarak o günkü gerçek nüfusun birkaç katı bir rakam gösterilerek, rakamlar akıl almaz miktarlarda abartılmakta ve sözde soykırım iddialarına dayanak aranmaktadır. Verilen rakamlardan bazıları, dünya genelinde bugün yaşayan toplam Ermeni nüfusunu bile birkaç kat aşmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusu bazı yabancı kaynaklarda şöyle belirtilmiştir:

Ermeni Patrikhanesi'ne göre 2.5 milyon

Lozan Konferansı Ermeni Heyeti’ne göre 2.2 milyon

Fransız Sarı Kitabı'na göre 1.5 milyon

Britannica'ya göre 1.5 milyon

İngiliz yıllığına göre 1 milyon

Osmanlı devleti resmi belgelerine göre Ermeni nüfusu ise şöyledir:

1893 Nüfus sayımına göre 1.001.465

1906 Nüfus sayımına göre 1.120.748

1914 Nüfus istatistiğine göre 1.221.850 (6)

Gerek Osmanlı, gerekse Ermeniler ve yabancılara ait istatistikler değerlendirildiğinde, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğu belirlenmektedir.

Osmanlı’daki Ermeni nüfusu hakkındaki en güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Osmanlı devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü, 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç Şınabyan isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet Behiç Bey yapmıştır. Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanıt olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.

Ermenilerin Yerleştirildikleri Bölgeler

Yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul’un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye’nin doğu kısmı ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmişlerdir.

Yeni yerleşim bölgelerinin Bağdat demiryoluna en az 25 km. uzaklıkta kurulmasına, Ermeni nüfusunun yöredeki Müslüman nüfusun yüzde 10’unu geçmemesine ve köylerin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilmiştir.

Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu

Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi’nin ilgili tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir: Buna göre; 438.758 kişi yer değiştirme uygulaması çerçevesinde sevk edilmiş, bunlardan 382.148’i ise yeni yerleşim bölgelerine sağ salim ulaşmıştır(7).

Görüldüğü gibi, göç ettirilenlerle yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır. Bu fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır:

500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene’de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür. Bu kayıp miktarı, Ermenilere karşı, hiçbir şekilde katliam yapılmadığını göstermektedir. Katliamın olmadığı yerde ise soykırımdan hiç söz edilemez(8).

Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.

Kalan 10-16 bin kişinin ise bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan mahalline varmadan tehcirin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916’da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir. Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya’ya, Batı ülkelerine ve Amerika’ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir(9).

Yer değiştirme uygulamasının yapıldığı dönemde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni’nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika’da yaşayan bir Ermeni’nin Elazığ’da dava vekili olan Murad Muradyan’a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(10).

Mektupta, bir kısım Ermeni’nin Rusya’ya ve Amerika’ya kaçırıldıkları ve Amerika’da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya’ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı vatandaşı pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika’da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni’nin 19 Ocak 1915’te Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni’nin Amerika’ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(11).

Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.

1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout’a gönderdiği raporda: Kafkasya’da 250.000, İran’da 40.000, Suriye-Filistin’de 80.000, Musul-Bağdad’da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye’den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor(12).

Boghos Nubar Paşa’nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğunu gösteriyor ki, bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu konuyla ilgili yabancı ve özellikle de Ermeni kaynaklarında şu bilgiler yer almaktadır:

Noradungian Gabrial’in Lozan Konferansı Tali Komisyonu'na sunduğu rapora göre; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin olmak üzere toplam 695 bin Ermeni 1. Dünya Savaşı döneminde ülke dışına gitmiştir.

Ermeni ileri gelenlerinden Hatisov, (daha sonra Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur), Trabzon Konferansı'na (14 Mart-14 Nisan 1918) katılan Hüseyin Rauf Bey'e gönderdiği mesajda, Kafkasya'da Osmanlı memleketinden kaçan 400 bin Ermeni'nin bulunduğunu bildirmiştir(13).

Ermeni Prof. Dr. Richard Hovannisian, Ermeni nüfus incelemelerini ortaya koyduğu eserinde; Suriye dışındaki Arap ülkelerinden; Lübnan’a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, Irak'a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtmektedir(14).

Ermeniler ve yabancıların verdiği bu rakamlardan hareketle; göç ettirme dışında çok sayıda Ermeni’nin Türkiye’den kendi iradesiyle ayrıldığını göstermektedir. Ayrılanlara genel baktığımızda; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin. İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin, Fransa, ABD, Avusturya vd. 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni'nin gittiği anlaşılmaktadır.

O halde Ermenilerin iddia ettiği gibi bir Ermeni soykırımı veya 2-3 milyon Ermeni’nin yok edilmesi mümkün değildir.

Bunun da ötesinde eğer Osmanlı devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek halledebilirdi. Oysa Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden bile rahat bir yaşam sürmüşlerdir. Belirtildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermeniler, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaya başlayınca, yer değiştirme uygulaması zorunlu hale gelmiştir. Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.

Ermeni Kafilelerine Yapılan Saldırılar ve Devletin Önlemleri

Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakilleri sırasında bazı kafilelere, özellikle Halep-Zor arasında bölge haklı tarafından saldırılar düzenlenmiştir. 8 Ocak 1916 tarihli bir telgraftan anlaşıldığına göre; Halep'e bir saat mesafeden Meskene'ye kadar olan yollarda Arap eşkıyasının gasp için yaptığı saldırılar sonucu pek çok Ermeni’nin öldürüldüğü; Diyarbakır'dan Zor'a ve Suruç'tan Menbiç yoluyla Halep'e nakledilen Ermenilerden 2.000 kadarının yine Arap aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyuldukları anlaşılmıştır. Diyarbakır bölgesinde çeteler ve eşkıya tarafından 2.000’e yakın kişinin öldürüldüğü; Erzurum-Erzincan arasında 500 kişilik başka bir kafilenin de bazı aşiretlerin saldırısı sonucu öldürüldüğü anlaşılmaktadır.

Osmanlı hükümeti, bir yandan cephelerde düşmanla savaşırken bir yandan da kafilelerin emniyetlerini sağlamak için olağanüstü gayret sarf etmiştir. Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tespit etmek üzere inceleme heyetleri kurulmuş ve göç bölgelerine gönderilmiştir. Bu heyetler, suçu sabit görülenleri Divan-ı Harp’e sevk etmiştir. İhmali bulunan görevliler işten el çektirilirken, bir kısmı da ağır cezalara çarptırılmıştır.

Yerleri Değiştirilmeyen Ermeniler

Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. 2 ve 15 Ağustos 1915 tarihlerinde ilgili valiliklere gönderilen telgraflarda, Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmayacakları bildirilmiştir. Göçe tabi tutulan sadece devlete baş kaldıran Gregoryan mezhebine mensup Ermenilerdir.

Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da göçe tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında yayınlanan 30 Nisan 1916 tarihli genel bir emirde ise; erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin Ermeni dışında yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin göçmen ödeneğinden sağlanması bildirilmiştir(15).

Göç Ettirilen Ermenilerin Geri Getirilmesi

Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine gönderilmeleri 8 Şubat 1916’da durdurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesinin ardından yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin eski yerlerine dönebilmeleri için bir kararname çıkarılmıştır. İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın 4 Ocak 1919'da Başbakanlığa gönderdiği yazıda, dönmek isteyen Ermenilerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere tâlimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir(16).

Yer Değiştirme Uygulamasının Yurtdışındaki Yansımaları

Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, Birinci Dünya Savaşı’nın içinde birçok cephede savaşmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazdıkları halde, Batı basını olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. Nitekim Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, sevkiyatın son derece düzen içinde yapıldığını raporunda belirttiği halde, İstanbul'daki büyükelçi Morgantau, olayları gerçeklere tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine kullanmıştır.

İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporları çerçevesinde 1.000.000 Ermeni’nin öldürüldüğü gibi iddialar İngiliz parlamentosunda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, İngiltere'de Ermeni olayları hakkında yayınlanan "Mavi Kitap"ta Osmanlı ülkesinde bulunduğu savunulan 1.800.000 Ermeni’den üçte birinin katledildiği iddia edilmiştir.

Yabancıların İncelemeleri

Bu konuda ilk inceleme, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden hemen sonra İstanbul'un işgali sırasında İngilizler tarafından yapılmıştır. Savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklanan 143 Türk’ü mahkum ettirebilmek için, savaştan galip gelmelerinin üstünlüğünü de kullanarak yaptıkları incelemelerde soykırımın varlığına yönelik bir bilgi ve belgeye ulaşamamışlardır.

Sonraki yıllarda soykırıma yönelik uydurmalar durmamış, sahte bilgi ve belgelerle kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış, bazı ülkelerin siyasileri de bu oyuna alet edilmiştir. 1985’te ABD Temsilciler Meclisi’nin sözde Ermeni soykırımına yönelik bir karar alma çalışması üzerine, 69 bilim adamının 19 Mayıs 1985’te Temsilciler Meclisi’ne sundukları rapor, son derece önemlidir. Raporda özetle şöyle denilmiştir(17):

14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olarak adlandırılan bölge, çok dinli, çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.

Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve yanlış olduğu görüşündedirler. Çekincelerimiz ‘Türkiye’ ve ‘soykırım’ sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle 1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz.

‘Soykırım’ suçlamasına gelince; bu açıklamayı imzalayanların hiçbiri Ermenilerin çektikleri acıların boyutlarını küçümseme amacını taşımamaktadır. Aynı şekilde söz konusu bölgedeki Müslüman halkın da acılarının farklı şekilde değerlendirilemeyeceği görüşündeyiz. (...) Ancak saldırgan ve masum olanı ayırt edebilmek ve olayların nedenlerini belirleyebilmek için tarihçilerin ulaşmaları gereken daha birçok belge ve bulgular vardır.

Temsilciler Meclisinin 192 sayılı kararındaki gibi ithamları kaçınılmaz olarak Türk halkı hakkında adaletsiz yargılara varılmasına ve belki de tarihçilerin bu trajik olayları anlamakta kaydetmeye başladıkları gelişmeye zarar verilmesine yol açacaktır.

Kongre bu kararı kabul ederse, tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yolu ile karar vermeye çalışmış olacaktır. Tarihsel olarak şüpheli varsayımlara dayalı böylesine bir karar, dürüst tarihsel araştırmaya zarar verecek ve Amerikan yasama sürecinin güvenirliliğini sarsacaktır.

DİPNOTLAR

1) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), TTK Yayını, Ankara 2001, s. S. 70 (ŞFR., nr. 54/315 (Ek-III)

2) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. S. 70 (DH. EUM. 2. Şube, 68/80)

3) Orel, Şinasi; Yuca Süreyya; Ermenilerce Talat Paşa'ya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü, TTK Yayını, Ankara 1983.

4) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. S. 70

5) Dr. Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara, 2000, s. 35

6) Karpat, Kemal H. Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Charsetistic, The University Of Winsconcin Press, 1985, London

7) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 76

8) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 77

9) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 77

10) DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/14.

11) Bkz. DH. EUM. 2. Şube, nr.2F/94.

12) Archives des Affaires Etrangéres de France, Série Levant, 1918-1928, Sous Série Arménie, Vol. 2, folio 47’den naklen bkz. Bilal ªimºir, Les Departén de Melte et les Allégations Armeniennes, Ankara 1998, p. 49.

13) Akdes, Nimet Kurat; Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990, s. 471

14) Hovannisian, Richard, The Ebb and Flow of the Armenian Minortiy in the Arab Middle East, Middle East Journal, Vol. 28 no. 1 Winter 1974, s. 20

15) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 62

16) Halaçoğlu, Prof. Dr. Yusuf, a.g.e., s. 82

17) FEIGL, Erich-, A Myth of Terror: Armenian Extremism: Its Causes and Its Historical Context, Edition Zeitgeschichte-Freilassing, Austria.